Salı, Nisan 29

milano'ya bahar gelmis

bu haftasonu ana-ogul uzun zamandir yapmadigimiz bir seyi yaptik, haftasonu ucuncu bir sehirde bulusup bir guzel gezdik. o izmir'den, ben barselona'dan kalktik, milano'da bulustuk. cumartesi bir guzel park, bahce, katedral onu gezdik. 2008'in yaz modasini yakindan gormus olduk. bu sene gri ve sari renklerden gozlerinizi alamayacaksiniz sayin seyirciler, etek boylari kisalacak, gecen sene gundemde olan pastel tonlar yerlerini carttirak renklere birakacak. ozet olarak.

ve fakat hava ne kadar guzeldi. oysa en son milano'ya geldigimde arabanin camindaki buzu cuzdanimdan cikardigim saglik sigortasi kartinin ucuyla temizlemek zorunda kalmistim.

sehirde en sik gordugum agaclardan biri bir onceki yazida degindim sevgili capon agacim, yerini pek bir begenmis, serpilmis buyumus. bu kadar buyuk olabileceklerini bilmiyordum. capon diye onyargili yaklasmisim, bir cesit bonzai sanmisim. milano'da almis yurumusler.

otel, duome katedralinin hemen arkasinda, sabah attik kendimizi disari. unlu galeride oturup kahvalti yaptik. etraftan akan zenginligi sallamayip soyle bir keyfimize bakalim dedik. caylarimizi ictikten sonra dustuk yollara. sehir merkezinde tarihi binalarla tv anteni teknolojisinin uyumuna sahit olduk.

herbir asortik markanin magazalarinin oldugu dukkanlarin onunden gectik, parklar, bahceler fethettik ve en son milano'da yasayan lise arkadasi ve annesiyle como golune gittik, abdullah gul'un amca oglu klooney'in evini gormesekte etrafa soyle bir bakindik. ertesi sabah koylu koyune, yolcu yoluna hesabi geri donduk. ve yarim bir haftaya basladik. nitekim bu hafta Persembe isci bayrami, nese doluyor insan. cunku sevgili geliyor. bu demektir ki ben de bruksel yolcusu olacagim yakinda. he he..

Pazartesi, Nisan 21

bahar

artik bahar mi geliyor bruksel'e gecikmis bir sekilde, yoksa yaz mi geldi catti bilmiyorum ama (son bir kac aydir pek ugramadigim icin acikcasi takip edemedim) degisikligi bizzat banyomda hissettim. gecen sene tam bu aralar aldigimiz bir capon agaci vardi, adini hatirlamiyorum, nedense hep edemame agaci diyesim geliyor. kipkimizi yapraklari vardi, o kadar da guzel yakismisti ki eve. zamanla kirmizi yapraklar sariya dondu, sonra birer birer dokuldu yapraklar. satan adam 10 yasinda demisti (muhendislikteki emniyet katsayisi benzeri gerceklik katsayisi ile, diyelim 0.5 ile carpsan en azindan 5 yasindadaydi demektir. bu kadar sene yasamis, oyle benim evde de kolay kolay olmez diye inatla yasatmaya calisiyordum) nihayet bu haftasonu gittigimde bir kipirdanma gordum ve pek bir sevindirik oldum. dallarin birinden iste boyle bir hayat belirtisi firtliyordu:

Cumartesi, Nisan 19

gogol

kac tane "bir gun mutlaka hindistan'i gormek istiyorum' diyen insanla tanistiysam, bir o kadar "tam bir sefillik, bir daha hindistan'a gidersem ne olayim" diyen duydum. Bu haftasonu The Namesake filmini izlerken bir anda tekrar ilk grubun icinde buldum kendimi. Filmin muzikleri Buddha Bar'dan tanidigimiz Nitin Shawney'den, vokallerde zamaninda "bu ses insandan mi cikiyor" dedirten hintli abla vardi. Bir de tabii Nikolay Gogol almis basini gidiyordu butun film boyunca. Gogol'un paltosunu cok merak edip hemen okunacak kitaplar listesine attim. Tren'de Yabanci'yi okudugum zaman geldi aklima.

Hindistan - renklerden bahsetmeye gerek yok, sefaletten, sarkilardan. Ama danslara deginmeden olmaz. Master yaparken hintli bir arkadas vardi, sanirim hergun en azindan 2 bollywood filmi deviriyordu. Bir kac sahne izlemistim onun filmlerinden. 70'ler yesilcam filmleri kadar komik. hani boyle ormanda agaclarin arasinda saklanbac oynayan ve biraz sonra baslarina geleceklerden habersiz hudutsuz mutlu ciftler. tek fark, bollywood'da az arkalarinda 30 erkek - 30 kiz dans grubu olmadan ormana mormana gitmiyor hintli asiklar. danslar ne kadar abuk olsa da bir o kadar etkiliyor insani. Amerika'dayken hint gecelerinde dans etmisligim vardi, devamini getirmek isterim :)

Perşembe, Nisan 17

eve bir turlu gidememek

kac zamandir gidemiyorum bruksel'e. sabah otelden ayrildim, bavullar arabada, aksam eve, bruksel'e donecegim diye. iste problem cikti, kalmam gerekti projenin selameti icin. elimde bavullar geceyarisindan sonra otele donup resepsiyonda buldum kendimi. odaya cikip bavulu actim, dis fircasi ivir ziviri banyoya yerlestirdim, gomlekleri dolaba astim. huzunlensem mi, kufur mu etsem bilemiyorum. neyse ki balkonun kapisi acik, disaridan dalgalarin sesi geliyor...

bu da sabah otelden disarinin manzarasi.

Pazar, Nisan 13

nihayet barselona 1

artik zamani gelmisti, soyle hic utanmadan turist turist onune gelenin fotografini cekerek barselona'yi kesfetmenin zamani gelmis de geciyordu. is icin epeydir geliyorum buraya, son bir kac aydir da neredeyse haftaicleri hep buradayim. haftasonlari eve, Bruksel'e donuyorum (ee arada sirada camasir yikamak gerekiyor). neyse iste bu kadar zamandir is icin buradayiz yemek yemek ve gece disari cikmak disinda pek bir muhabbetimiz olmamisti. ben de bu haftasonu yaptim bir program ve sabah attim kendimi yollara.

ilk olarak tabii ki sagrada familia vardi. hakkinda cok sey duymus, onunden cok gecmistim ama icine girince gaudi usta'ya hayran olasim geldi. ilkonce bu gercekten kilise mi diye supheye dustum. su zamanda bile fantastik, zamaninda nasil karsilanmistir bilemiyorum. ama barselona halki gaudi'yi bagrina bastigina gore, hosgormusler anlasilan. gaudi ustat dogadaki formlardan ilham almis (bircok mimar gibi ama daha gozle gorulur, dogada boyle ben de o zaman oyle yapacagim diyerekten). kilisenin sutunlari agac dallari gibi. iceride yaklasik bir 3 saat gecirdim, tepeye cikarak 'sana dun bir tepeden baktim aziz barselona' diye turkuler cigirdim. bol bol fotograf cektim.