Cumartesi, Kasım 22

internet bitti

tam internet bitti tartismalari hiz kesmisti ki, simdi de blog heyecani duruldu sanki. evliya celebi misali gezmekten yazmaya firsat mi oluyor diye avuturken kendimi, yerlesik hayata gecince pek bir sey degismedigini farkettim.

bu arada caktirmadan yine brukselli olduk. ispanya'yi kapatip temelli donus yapip evin tozunu aldik. her aksam otel yerine eve donmek nasil bir seymis su anda onu tecrube ediyorum. bruksel'i kesfetmeye basladim diyecegim ama gunler o kadar kisa ki pek firsat olmuyor. bu gece senenin ilk sulu kari dustu. sinemadan eve donerken her zamankinden farkli bir rotadan geceyim, cevre mahalleleri taniyayim dedim. yolun tam ortasina zipirlar bir adet saksi icinde cicek yerlestirmisler. durdum, el frenini cekip indim asagiya, saksiyi yolun kenarina yerlestirdim (ulan yoksa tuzak mi, simdi birileri atlar mi uzerime diye hafif huylanip caktirmadan etrafa bakindim). Memlekette olsak arkada bekleyen taksi coktan kornaya basmisti, burdaki efendi efendi beni izledi.

hava 5'te karardigindan yarin bisiklete normalden biraz daha erken gidecegim. gecen hafta donuma kadar camur oldum, bu sefer biraz daha efendi surecegim. havalar sogudu, fazla islanip gereksiz buzlanma yapmayalim. bisiklete bir bakim yapayim, fiteslerini ayarlayayim dedim. Cok amacli uc-ayagimla sistemi kurdum:

Cumartesi, Eylül 13

izmir

insanin izmir'den uzun sure uzak kalmamasinda fayda var. projeyi erken bitirence kendi kendime bir kac gunluk tatil armagan ettim, atlayip geldim memlekete. havasini ne kadar ozlemisim, Cuma sabahi acik pencereden ilik ilik esiyordu izmir. 2 gundur enerji depoluyorum burada. yandaki arkadas da bobo, sen de nereden ciktin simdi der gibi bakiyor bana...

Salı, Eylül 9

uzaklardan gelen bir soru

naber canim?

Çarşamba, Haziran 18

mini clubman

devamli araba kiralamanin guzelliklerinden birisi enteresan arabalar da surebilmek. hayatta satin almayacagin ama kullanmasi keyifli. gecen haftalardan mini cooper clubman. gordugunde insan ulen bu ne bicim bir sey diyor. tasarlayanlar bayagi bir eglenmisler. oyuncek araba gibin bir sey.

Pazartesi, Haziran 16

Roma'da sokak gosterisi

Gecen sene Haziran'da gelmistim Roma'ya, gezmeye. Mr. Bush da buradaydi. Bu sefer de yine karsilastik. Anlasilan gezi programimiz ayni. Neyse fazla takilmadim, ben kendi isime baktim.
Bugun Piazza Navona'da bir sokak gosterisini izliyorduk, gosteriyi yapan akrobat-komedyen arkadas biraz takildi bize, biz de ona.

Gecen sefer Roma'nin bir cok onemli tarihi yerini gezmistim, St. Pieter kalmisti. Dun onu da gidip gorduk. Kubbe'den asagiya Roma'ya baktim. Roma fazlasiyla tarihi bir sehir. Her kosesinden tarihi bir sey firtliyor ama Istanbul'dan daha farkli. Yasayan bir muze gibi Roma, Istanbul'da ise tarih gunluk hayatin bir parcasi. O yuzden Roma'da gezmek zengin bir muzeyi asinlamaya benzerken Istanbul'da yasamak dunyada hicbir sehirde (en azindan benim gordugum) tecrube edilemeyecek bir his. Roma'dan Istanbul'a nerden geldik derseniz, ee bizde butun yollar Istanbul'a cikar!

Pazartesi, Haziran 9

nargile

Oradan oraya seyahat etmenin durup dusunmeye engel olan bir yani var. Eskinden zaman elimin altindan kacip giderdi, simdi yanina mekani da aldi. Nedense hep ayni sarki caliyor bu aralar buralarda, ben neredeysem oralarda:

yar senin kalbin kirilmis
sozler sana dokunur


Arada mesafeler var, sarkinin devamini soylemeye engel:

ama bak ask sende de var
gozlerinden okunur


Gozler nerede, gozler yok...

Bruksel'e yalnizca bir gunlugune gittim bu haftasonu. Evin icinde ayni sarki bozuk plak gibi calip duruyordu. Disarida sokak lambalarina cicekler asmislardi. Dizlerini kendine cekip oturan kiz heykelinin uzerine kuslar pislemisti. Hareket etmeyen hersey kus pisliginden nasibini aliyordu, en azindan bu acidan sansliyim. En son ne zaman nargile icmeyi bu kadar istemistim?

Istanbul ne guzeldir simdi! Karakoy'den Kadikoy'e gecen vapurun kic tarafinda dusunceli bir adam sehrin en guzel ve en kesmekes manzarasina dalip gitmistir. Sultanahmet'te arkadaslarla Turk kahvesi icmek vardir simdi.

sigaramin dumanina sarsam
saklasam seni
gitme gitme
gittigin yollardan donulmez geri
gitme gitme
el olursun sevdigim
incitir beni...

Pazartesi, Haziran 2

Bruksel'de evde...


Bir kere eve erken gelebilmek ne guzel bir seymis ya. Uzun zamandan sonra ilk defa Persembe'den dondum Bruksel'e ve haftasonu cok huzurlu ve yavas gecti. Ev keyfi yapmayi ve koltukta oturup etrafa bakinmayi ozlemisim.

Salı, Nisan 29

milano'ya bahar gelmis

bu haftasonu ana-ogul uzun zamandir yapmadigimiz bir seyi yaptik, haftasonu ucuncu bir sehirde bulusup bir guzel gezdik. o izmir'den, ben barselona'dan kalktik, milano'da bulustuk. cumartesi bir guzel park, bahce, katedral onu gezdik. 2008'in yaz modasini yakindan gormus olduk. bu sene gri ve sari renklerden gozlerinizi alamayacaksiniz sayin seyirciler, etek boylari kisalacak, gecen sene gundemde olan pastel tonlar yerlerini carttirak renklere birakacak. ozet olarak.

ve fakat hava ne kadar guzeldi. oysa en son milano'ya geldigimde arabanin camindaki buzu cuzdanimdan cikardigim saglik sigortasi kartinin ucuyla temizlemek zorunda kalmistim.

sehirde en sik gordugum agaclardan biri bir onceki yazida degindim sevgili capon agacim, yerini pek bir begenmis, serpilmis buyumus. bu kadar buyuk olabileceklerini bilmiyordum. capon diye onyargili yaklasmisim, bir cesit bonzai sanmisim. milano'da almis yurumusler.

otel, duome katedralinin hemen arkasinda, sabah attik kendimizi disari. unlu galeride oturup kahvalti yaptik. etraftan akan zenginligi sallamayip soyle bir keyfimize bakalim dedik. caylarimizi ictikten sonra dustuk yollara. sehir merkezinde tarihi binalarla tv anteni teknolojisinin uyumuna sahit olduk.

herbir asortik markanin magazalarinin oldugu dukkanlarin onunden gectik, parklar, bahceler fethettik ve en son milano'da yasayan lise arkadasi ve annesiyle como golune gittik, abdullah gul'un amca oglu klooney'in evini gormesekte etrafa soyle bir bakindik. ertesi sabah koylu koyune, yolcu yoluna hesabi geri donduk. ve yarim bir haftaya basladik. nitekim bu hafta Persembe isci bayrami, nese doluyor insan. cunku sevgili geliyor. bu demektir ki ben de bruksel yolcusu olacagim yakinda. he he..

Pazartesi, Nisan 21

bahar

artik bahar mi geliyor bruksel'e gecikmis bir sekilde, yoksa yaz mi geldi catti bilmiyorum ama (son bir kac aydir pek ugramadigim icin acikcasi takip edemedim) degisikligi bizzat banyomda hissettim. gecen sene tam bu aralar aldigimiz bir capon agaci vardi, adini hatirlamiyorum, nedense hep edemame agaci diyesim geliyor. kipkimizi yapraklari vardi, o kadar da guzel yakismisti ki eve. zamanla kirmizi yapraklar sariya dondu, sonra birer birer dokuldu yapraklar. satan adam 10 yasinda demisti (muhendislikteki emniyet katsayisi benzeri gerceklik katsayisi ile, diyelim 0.5 ile carpsan en azindan 5 yasindadaydi demektir. bu kadar sene yasamis, oyle benim evde de kolay kolay olmez diye inatla yasatmaya calisiyordum) nihayet bu haftasonu gittigimde bir kipirdanma gordum ve pek bir sevindirik oldum. dallarin birinden iste boyle bir hayat belirtisi firtliyordu:

Cumartesi, Nisan 19

gogol

kac tane "bir gun mutlaka hindistan'i gormek istiyorum' diyen insanla tanistiysam, bir o kadar "tam bir sefillik, bir daha hindistan'a gidersem ne olayim" diyen duydum. Bu haftasonu The Namesake filmini izlerken bir anda tekrar ilk grubun icinde buldum kendimi. Filmin muzikleri Buddha Bar'dan tanidigimiz Nitin Shawney'den, vokallerde zamaninda "bu ses insandan mi cikiyor" dedirten hintli abla vardi. Bir de tabii Nikolay Gogol almis basini gidiyordu butun film boyunca. Gogol'un paltosunu cok merak edip hemen okunacak kitaplar listesine attim. Tren'de Yabanci'yi okudugum zaman geldi aklima.

Hindistan - renklerden bahsetmeye gerek yok, sefaletten, sarkilardan. Ama danslara deginmeden olmaz. Master yaparken hintli bir arkadas vardi, sanirim hergun en azindan 2 bollywood filmi deviriyordu. Bir kac sahne izlemistim onun filmlerinden. 70'ler yesilcam filmleri kadar komik. hani boyle ormanda agaclarin arasinda saklanbac oynayan ve biraz sonra baslarina geleceklerden habersiz hudutsuz mutlu ciftler. tek fark, bollywood'da az arkalarinda 30 erkek - 30 kiz dans grubu olmadan ormana mormana gitmiyor hintli asiklar. danslar ne kadar abuk olsa da bir o kadar etkiliyor insani. Amerika'dayken hint gecelerinde dans etmisligim vardi, devamini getirmek isterim :)

Perşembe, Nisan 17

eve bir turlu gidememek

kac zamandir gidemiyorum bruksel'e. sabah otelden ayrildim, bavullar arabada, aksam eve, bruksel'e donecegim diye. iste problem cikti, kalmam gerekti projenin selameti icin. elimde bavullar geceyarisindan sonra otele donup resepsiyonda buldum kendimi. odaya cikip bavulu actim, dis fircasi ivir ziviri banyoya yerlestirdim, gomlekleri dolaba astim. huzunlensem mi, kufur mu etsem bilemiyorum. neyse ki balkonun kapisi acik, disaridan dalgalarin sesi geliyor...

bu da sabah otelden disarinin manzarasi.

Pazar, Nisan 13

nihayet barselona 1

artik zamani gelmisti, soyle hic utanmadan turist turist onune gelenin fotografini cekerek barselona'yi kesfetmenin zamani gelmis de geciyordu. is icin epeydir geliyorum buraya, son bir kac aydir da neredeyse haftaicleri hep buradayim. haftasonlari eve, Bruksel'e donuyorum (ee arada sirada camasir yikamak gerekiyor). neyse iste bu kadar zamandir is icin buradayiz yemek yemek ve gece disari cikmak disinda pek bir muhabbetimiz olmamisti. ben de bu haftasonu yaptim bir program ve sabah attim kendimi yollara.

ilk olarak tabii ki sagrada familia vardi. hakkinda cok sey duymus, onunden cok gecmistim ama icine girince gaudi usta'ya hayran olasim geldi. ilkonce bu gercekten kilise mi diye supheye dustum. su zamanda bile fantastik, zamaninda nasil karsilanmistir bilemiyorum. ama barselona halki gaudi'yi bagrina bastigina gore, hosgormusler anlasilan. gaudi ustat dogadaki formlardan ilham almis (bircok mimar gibi ama daha gozle gorulur, dogada boyle ben de o zaman oyle yapacagim diyerekten). kilisenin sutunlari agac dallari gibi. iceride yaklasik bir 3 saat gecirdim, tepeye cikarak 'sana dun bir tepeden baktim aziz barselona' diye turkuler cigirdim. bol bol fotograf cektim.

Cuma, Mart 21

koye donus

yillarini gecirdigin sehre donus garip bir duygu. hele gainesville gibi ufak bir yer olunca. biraz once buradaki son 2 sene yasadigim evin oraya gittim. hava cok guzeldi, buranin en guzel zamanlari. yillardir her gun onunden gectigim posta kutularinin onunden gectim bir kere daha, nostaljik miyim nedir. tarif etmek zor. bir yandan garip bir ozlem duyoyor insan, bir yandan artik burada ve ogrenci olmadigina seviniyor. buradaki hayatin rahatligi ve rehavete fena halde alistiran zamanin yavas ilerleme vaziyeti var. devam edip yol almis olmak guzel.

nisan ayi, kuslarin en hareketli oldugu donem basliyor. gozlerim gokyuzunde, buradayken durbunle takip ettigim yirtici kuslari gorurum diye bakiniyorum. aklima salonda uzerine cok tatli bir gunes gelen koltukta uzanmis, pencereden gorulen agacin dallarina bakip tembellik yaptigim zamanlar geliyor. insani uyusturan bir rehavet havasi var bu sehirde. en azindan benim icin oyleydi. su anda avrupa'da fazlasiyla hizli, ordan oraya seyahat ettigim, yogun is hayatini bu yuzden seviyorum, son 6 yilla olan tezatligindan dolayi.

ama oglene dogru piknik masasinda kahvalti sonrasi caylari yudumlarken tavla oynayip keyif yapmanin tadi da bir baska oluyor ki tatil niyetine coook iyi geliyor.

Pazartesi, Mart 10

denge ve risk

hayatimda uzun zamandir olmayan 2 sey: denge ve risk. asfalt yolda dumduz seyir halinde olmaya denge diyemiyorum. girinti cikintili, bol tuzak, cukurlu bir yolda yere cakilmamayi basarmanin adi denge. risk ise tepelerin uzerinden daha hizli atlamak, yolun bol cukurlu kismina yonelmek. kendini bildikce daha cok risk alabiliyorsun. kendini bilmeden risk almanin adi aptallik. uzun zamandir sinirlarimi sorgulayan bir spor yapmamistim. uzun zamandir yere cakilmaktan tirsmanin ne kadar heyacan verici bir sey oldugunu unutmustum. insan cocukken zorluyor en cok sinirlarini. yuzmeyi ogreniyor, bisiklete binmeyi. ne kadar yuksekten atlarsa caninin yandigini. yuksek bir duvarin uzerine cikip asagiya bakmak, gidip gelip atlayip atlamamak konusunda kararsiz kalmak insanin en cok cocukken yaptigi bir sey. buyudukce sinirlar kabulleniliyor. haftasonu "turk'un camurla imtihani" vardi. en zor olan kismi ise sonrasinda bisikleti temizlemekti...

Pazartesi, Mart 3

bisiklet

ilk aklima gelen bisiklet bile degildi, traktordu daha cok. direksiyonlu ve 3 tekerli, plastik. sari renk hakimdi muhtemelen, genelde oyle olur. nasil kirildigini hatirlamiyorum. ama hayatimdan unutamayacagim bir sahne varsa o da ona veda edis animdir. canakkale'de bir yarin basindan denize yuvarlamistik amcamla. kayalarinda arasinda dalgalarla gidip geldigini hatirliyorum. yoklugu ise sonrasindan ilk hatirladigim. eve gidip gelip anneme cevabini herkesten iyi bildigim bir soruyu sordugumu hatirliyorum. "anne, benim bisiklet olmasa da, bisiklet gibi uzerine binebilecegim bir kamyounum var mi?" disarida hava guzel, butun cocuklar bisikletlerine biniyorlardi. ucurumdan yuvarlanan plastik bir traktorun aci intikami. bir cocugun mahzunlugu.

sonraki bisikletim yesildi. diyarbakir'daydik, orduevinde. demek ki siviller de girebiliyordu orduevine, ya da bir tanidik falan vardi. ne kadar heyecanli oldugumu hatirliyorum. disariyi bekleyemeden sabirsizca orduevinin icinde pedal ceviriyordum. benden buyuk bir cocugun yeni bisikletini binmeden iterek goturdugunu hatirliyorum, hayretle sormustum neden binmedigini. babamla yuruye yuruye sokaklardan gecerek eve gelmistik. babam eve cikmis, ben etrafimi saran mahallenin cocuklari arasinda yeni bisikletimle kalmistim. herkes bir kere bir tur atmak istiyordu. aslinda benim fikrim degildi, kalabaliktan bir cocugun onerisiydi. aksam yemegine eve ciktigimda bisikletimle beraber elimde bir tomar para vardi. mahallenin butun cocuklari bir tur atmislardi, ufak bir bedel karsiliginda da olsa. annemlerin cok guldugunu hatirlar gibiyim.

aradan cok zaman gecti, sinif bitirme hediyesi bmx'ler, secim yasaginda izmir'de bombos sahil yolunda hiz yapmalar, yazliktaki bisiklet ceteleri, gece yarisindan sonra gumuldur'un virajli daracik yollarinda maceralar, far niyetine koca dalgic fenerine karsidan gelen arabalarin selektor yapmasi, fena dususler, almanya'da deli bir yokus asagi yolda ellerimi iki yana acip hizla inerken beni sollayan arabanin arkasindan bana dehsetle bakan kizin yuzundeki ifade...

en son bruksel'in ormanlarinda buldum kendimi. haftaici yolculuklarindan bir nefes almak icin haftasonu patikalarinda pedal ceviriyorum. sevgilim ise hala bir fotografini gondermedigim icin sitem ediyor, bu yazi da onun icin, bir de fotograf. en buyuk banyolu evimde kendine yer eden yeni pisikletim:

Perşembe, Ocak 31

barselona

uzun gezintilerden sonra, asil olmam gereken yerdeyim. sayilir. yani hafta ici barselona, haftasonu bruksel. onumuzdeki 2-3 ay boyle olacak gibi. dun gece ilk defa tek basima kesfe cikma firsatini buldum barselona'da. yurumesi cok keyifli, mimarisi kendine ozgu. dun geceki binalardan palau de la musica catalana'nin cep telefonundan cekilmis bir fotografi asagida.


fotografta gorulen balkon camdan. gordugumde ilk aklima gelen nargile siselerine benzedikleriydi. ilgime mazhar olan ikinci bina catedral. ortacagdan kalma yan duvarlara teget sokakta yururken sokak bir anda klasik muzikle inlemeye basladi, enstruman akordiyon, calgici kendinden gecmis bir amcaydi. ama bir akordiyondan bu kadar farkli ses cikabilecegine ilk defa sahit oluyordum.

gaudi'ye ise baska bir yazida deginelim.