Pazar, Ocak 28

alamanya

Yillar sonra ilk defa adim atiyorum bu ulkeye ve uzun bir gumruk sirasinda buluyorum kendimi. Yillardir burada yasayan Turkler'in gumruk polislerinden hala ne kadar cok korktuklarini goruyorum. "Biraz once birini goturdu polisler. Acaba neden?" diyorlar. "2 paket sigara var, al birini sen tut. Bir sey derler simdi" diyorlar. Siralarin ilerleme hizini yakindan takip edip siradan siraya transfer oluyorlar. Ve tam bu arada Almanya'daki hemserilerimize fazla elestirel yaklasmamaya, hosgorulu olmaya karar veriyorum. Almanya'ya gidecegimi ogrenenler hic istinasiz ilkonce Avrupalilar'in Turkler'e karsi ne kadar on yargili ve irkci oldugundan yakindiktan sonra mutlaka soyle bitiriyorlar: "Ama cok haksiz da sayilmazlar. Oradaki Turkler'i gorsen..." Insan bir ise onyargiyla baslayinca karsidaki agziyla kus tutsa pek fayda etmiyor. Benim simdiye kadar Avrupa'daki Turkler'de gordugum seyler pek olumlu olmasa da bastan bir genelleme yapmamaya karar veriyorum.

Bir ucak insana 2 polis ayirdiklari icin bir saat bekledikten sonra gumrukten geciyorum. Bavullar coktan donmeye baslamis. Hafif stres oluyorum. Ve korktugum basima geliyor. 3 tane bavulumdan bir tanesi kayip. Sahipsiz bavullardan bir tanesinin benimkinin kucuk bir kopyasi oldugunu farkedip 'ulan acaba bunun sahibi karistirip benimkini almis olabilir mi?' diyorum ama bavul neredeyse benimkinin yarisi. Kayip burosundan sonra atlayip gidiyorum otelime. Ertesi gun Umit geliyor bir saat mesafedeki Clausthal'dan. Kayip bavuldan bu sirada haber geliyor. Bavulumu kaciran amcam havaalanindan arayip 'ne yapayim bavulunu' diye soruyor. Bu arada bavulun uzerinde babamin Turkiye'deki telefonu oldugu icin gece onu arayip bizimkileri de strese sokmus. 'Birak oraya, ben gelir alirim' deyip kapiyorum telefonu ama acaba 'bekle beni gelip sana da bir bakayim' mi deseydim diyorum kendi kendime.

Bu ufak maceradan sonra sira asagi Saksonya'nin sirin ili Hanover'i gezmeye geliyor. Sehir meydaninda dolasiyoruz. Sicaklik -5'lerde. Benim Izmir'den ayrildigim gun orada sicaklik 21 dereceydi. Adapte olmakta zorlaniyorum. Atki matki kapiyorum her tarafimi. Hanover'de Umit'in akrabalari var. Ilkonce Umit'in abisiyle tanisiyoruz. Seviyor beni. Ayrilirken sefkat dolu bir saplak atiyor. Bu Hanover Turk cemaatine kabul gordugum anlamina geliyor!

Hemen Sofra Turk lokantasina gidiyoruz. Herkes cok sicak. Heralde duzgun aksandan insanlar Turkiye'den oldugumu anliyorlar, saygili davraniyorlar, ya da ben kendi kendime oyle oldugunu sanip seviniyorum. Muhendis oldugumu ve burada calismaya geldigimi ogrenince ise 'gogsumuz kabardi' diyorlar. Hosuma gidiyor. Yaslilar iyi konusuyor Turkce'yi. Gencler anliyor, hafif stres oluyor, boluk porcuk bir sey diyorlar. Bir sonraki kusakta Turkce'den bir eser kalmayacagini farkediyorum. Onyargili olmama kararima ragmen ozellikle Turk gencler arasinda oyle tipler goruyorum ki yargilamadan kendimi alamiyorum. Bana kaybolmus ve kimligini bulmaya calisan bir kusak gibi geliyor.

Almanca kelimeler inanilmaz bir hizda geri geliyor. Yeni bir yere tasindiginda insanin beyni karsi koyulmaz bir hizla calisiyor. Etrafta ucusan kelimeleri yakalamaya calisiyorum, derdimi anlatmaya calisirken coktan unuttugum cumleleri hafizamin bir kosesinden cekip cikartiyorum, tren duraklarini ezberliyorum, ne yemek yiyecegim, nereden alisveris edecegim, hangi internet kafesinden telefon edecegim derken geldikten bir gun sonra kendimi baska bir ulkede buluyorum. Belcika.

Hiç yorum yok: