Pazar, Ocak 28

gocmen hayati

3 bavul elbise getirdik, tabii kitaba mitaba yer kalmadi. Okunabilecek bir kac bir sey var. Aman baslarina bir sey gelmesin diye her turlu onlemi aldik tabii...

alamanya - 2

Biz simdilik Almanya'dan devam edelim. Almanlarla ilgili ilk saptamalar.

Biraz sinirli gibiler. Ingilisce'de uptightness denilen bir kasinti hali var. (Umit kendi tango macerasindan bahsederken iyiydim, Almanlar'da gorulen die Hemmung yoktu diyor) Dansetmeye engel o kasinti, kutuk gibi olma hali gunluk hayata yansiyor. Kural deyince akan sular duruyor. Ilk sabah otelde kahvalti ediyorum. Kahvaltilik malzemelerin yaninda ufak bir firin var, icinde sandvic ekmekleri isiniyor. Bekliyorum, bekliyorum bir hareket yok. Heralde sicak tutmak icin koymuslar deyip firinin kapagina dokunmam ile birlikte o zamana kadar gayet nazik olan resepsiyoncu kiz bir anda canavar kesiliyor. Sen nasil acmaya kalkarsin firinin kapagini, onu ancak ben acabilirim diyor. Biraz sonra ekmekleri cikarip burnundan hala sicak alevler ufler bir halde getirip bir tane veriyor: Bitte! Yav kardesim nedir derdin diyorum. Daha ilk gun oldugu icin fazla tepki vermiyorum. Ikinci gun sirketin resepsiyonunda bir adrese bakmak icin harita istiyoruz. Gorevli kadin kocaman bir Almanya haritasi getiriyor. Sonra da ekliyor: Bu burada bakilacak, bir yere goturmeyin! Ulan iyi ki kici kirik bir haritaniz var. Adamlarda oyle bir ilkokul ogretmeni havasi var ki sormayin.

Bruksel'den Hanover'e geri dondukten sonra kar yagiyor. Yilin ilk karina selam edip kaldirimda buzun uzerinde bisiklete binenlere, karda kista bebeklerini bebek arabalarina atip dolasan annelere afferin diyorum. Insan boyle bir iklimde yasayinca adapte olmasi, rahatlik alaninin sinirlarini biraz daha genisletmesi gerekiyor. Ama ayni karli soguk sartlarda memleketimde insanlar evde televizyon karsisinda olurlardi gibime geliyor.

Sokagimin basinda bir pastane/firin var. Sabahlari orada krosanla kahve goturuyorum. Almanya'da kahve deyince aklima seneler once buraya staja geldigimde, inanilmaz yorucu ilk gunun ardindan fabrikadaki bir amcamin gecici olarak kaldigim evinde sabah ictigim kahvenin tadi geliyor. Hala unutamadim o kahvenin tadini. Bir seyin tadi tabi cok goreceli ve insanin durumuna, ruh ve yorgunluk haline gore cok degisken bir sey. Her sabah kahve icmek yoruyor biraz. Turk marketinden kasar, marmarabirlik hiper zeytin, pide, fistikli tahin helvasi aliyorum. Bir de sallama cay.

Cuma aksami sokagin basina pazar kuruluyor. Karavanlarla manav, sosisci, peynirci, vs geliyor. Suratsiz kadin manavdan mandalina ve armut aliyorum. Aralara curukleri doldurdugunu ve kendisinden ilk ve son alisverisimi yaptigimi farkediyorum. Yunan amcamdan otlu beyaz peynir ve yesil zeytin aliyorum. Simit sattigini gorup 'bunun adi ne?' diye soruyorum belki simitikos falan der umuduyla. Susam halkasi diyor. Zaten kalamara da kizarmis murekkep baligi halkasi diyorlar, ne beklersin...

Umit'ten bir anekdotla bitirelim. Almanya'da fabrikalarda makinalarin calismasini, prosesi daha verimli hale getirecek iyi fikirlere bayagi para veriyorlar. Iscileri, muhendisleri bu konuda ozendiriyorlar. Umit'in amcaoglu da fabrika'da calisiyor burada. Bir gun ise gelmeyen Alman isci arkadasinin kimligiyle Umit'i gizlice fabrikaya sokup getirip kendi makinasinin basina oturtuyor. Umit sen izle bu makinayi, guzel bir fikir bul, fabrikanin verdigi parayi da kirisalim diyor. Umit de benim gibi makina muhendisi, burada doktora yapiyor. Aklina bir sey gelmiyor tabii. Amcaoglu'nun gunun sonundaki yorumu: "Sen bosuna okumussun, Umit!"

alamanya

Yillar sonra ilk defa adim atiyorum bu ulkeye ve uzun bir gumruk sirasinda buluyorum kendimi. Yillardir burada yasayan Turkler'in gumruk polislerinden hala ne kadar cok korktuklarini goruyorum. "Biraz once birini goturdu polisler. Acaba neden?" diyorlar. "2 paket sigara var, al birini sen tut. Bir sey derler simdi" diyorlar. Siralarin ilerleme hizini yakindan takip edip siradan siraya transfer oluyorlar. Ve tam bu arada Almanya'daki hemserilerimize fazla elestirel yaklasmamaya, hosgorulu olmaya karar veriyorum. Almanya'ya gidecegimi ogrenenler hic istinasiz ilkonce Avrupalilar'in Turkler'e karsi ne kadar on yargili ve irkci oldugundan yakindiktan sonra mutlaka soyle bitiriyorlar: "Ama cok haksiz da sayilmazlar. Oradaki Turkler'i gorsen..." Insan bir ise onyargiyla baslayinca karsidaki agziyla kus tutsa pek fayda etmiyor. Benim simdiye kadar Avrupa'daki Turkler'de gordugum seyler pek olumlu olmasa da bastan bir genelleme yapmamaya karar veriyorum.

Bir ucak insana 2 polis ayirdiklari icin bir saat bekledikten sonra gumrukten geciyorum. Bavullar coktan donmeye baslamis. Hafif stres oluyorum. Ve korktugum basima geliyor. 3 tane bavulumdan bir tanesi kayip. Sahipsiz bavullardan bir tanesinin benimkinin kucuk bir kopyasi oldugunu farkedip 'ulan acaba bunun sahibi karistirip benimkini almis olabilir mi?' diyorum ama bavul neredeyse benimkinin yarisi. Kayip burosundan sonra atlayip gidiyorum otelime. Ertesi gun Umit geliyor bir saat mesafedeki Clausthal'dan. Kayip bavuldan bu sirada haber geliyor. Bavulumu kaciran amcam havaalanindan arayip 'ne yapayim bavulunu' diye soruyor. Bu arada bavulun uzerinde babamin Turkiye'deki telefonu oldugu icin gece onu arayip bizimkileri de strese sokmus. 'Birak oraya, ben gelir alirim' deyip kapiyorum telefonu ama acaba 'bekle beni gelip sana da bir bakayim' mi deseydim diyorum kendi kendime.

Bu ufak maceradan sonra sira asagi Saksonya'nin sirin ili Hanover'i gezmeye geliyor. Sehir meydaninda dolasiyoruz. Sicaklik -5'lerde. Benim Izmir'den ayrildigim gun orada sicaklik 21 dereceydi. Adapte olmakta zorlaniyorum. Atki matki kapiyorum her tarafimi. Hanover'de Umit'in akrabalari var. Ilkonce Umit'in abisiyle tanisiyoruz. Seviyor beni. Ayrilirken sefkat dolu bir saplak atiyor. Bu Hanover Turk cemaatine kabul gordugum anlamina geliyor!

Hemen Sofra Turk lokantasina gidiyoruz. Herkes cok sicak. Heralde duzgun aksandan insanlar Turkiye'den oldugumu anliyorlar, saygili davraniyorlar, ya da ben kendi kendime oyle oldugunu sanip seviniyorum. Muhendis oldugumu ve burada calismaya geldigimi ogrenince ise 'gogsumuz kabardi' diyorlar. Hosuma gidiyor. Yaslilar iyi konusuyor Turkce'yi. Gencler anliyor, hafif stres oluyor, boluk porcuk bir sey diyorlar. Bir sonraki kusakta Turkce'den bir eser kalmayacagini farkediyorum. Onyargili olmama kararima ragmen ozellikle Turk gencler arasinda oyle tipler goruyorum ki yargilamadan kendimi alamiyorum. Bana kaybolmus ve kimligini bulmaya calisan bir kusak gibi geliyor.

Almanca kelimeler inanilmaz bir hizda geri geliyor. Yeni bir yere tasindiginda insanin beyni karsi koyulmaz bir hizla calisiyor. Etrafta ucusan kelimeleri yakalamaya calisiyorum, derdimi anlatmaya calisirken coktan unuttugum cumleleri hafizamin bir kosesinden cekip cikartiyorum, tren duraklarini ezberliyorum, ne yemek yiyecegim, nereden alisveris edecegim, hangi internet kafesinden telefon edecegim derken geldikten bir gun sonra kendimi baska bir ulkede buluyorum. Belcika.

Cumartesi, Ocak 20

yine katlettiler

93 senesine gidiyor aklim. ugur mumcu'nun olduruldugu zamana. 24 Ocak. Aklimdan cikmiyor. 16 yasinda idealist bir gencim, hissettigim caresizlik duygusunu unutamiyorum ve kizginligi. Haftasonu AKM'de Ugur Mumcu'yu anma gecesine gitmistim, cikista paltoma igneyle tutturulmus fotokopi Ugur Mumcu fotografiyla otobuse binmistim sonra. AKM'de etrafimda benim gibi fotografli bir suru insanla ne kadar da coktuk biz, otobuste ise tek basima nasil boyle azaldik, kim bu ilgisiz, isinde telasinda insanlar diye bir anda kendimi yapayalniz hissettigimi de unutamiyorum.

Dun de Hrant Dink'i oldurduler. Zamaninda Ahmet Taner Kislali gibi, Bahriye Ucok gibi. Olum karsisinda her sey anlamini yitiriyor. Ilk anlamini yitiren ise soz oluyor. Kaba kuvvetin kallesligi karsisinda soz yitip gidiyor. Dusuncelerini dunyayla paylasan bir insanin 3 mermiyle bir anda yitip gitmesi gibi. Ee o zaman anlamli bir seyler yapmaya ne gerek var diyor insan. Yaptigin sey hosuna gitmeyen zorbalar, her an gelip namluyu dayayabilir ensene ya da sirtina.

Gazeteleri okuyorum. Hayat hikayesini yazmislar. Askerligini beraber yaptigi butun arkadaslari cavus yapilirken o yapilmamis, askerligini er olarak bitirmis. Aklima hemen kendi askerligimdeki Ermeni sorunu semineri geliyor. Arka sirada oturan iki askerin 'zamaninda bunlarin hepsini temizleyecektik, o zaman simdi bu kadar agrimazdi basimiz' deyisi. Temizleyen kim? Senin buyuk deden. Senin eline bugun tabanca verseler gidip oldurur musun onune cikani, basimizin agrisini dindirebilir misin? Temizleyecektik hepsini derken sanki uzaylilardan bahsediyor. Bir adami, kadini, cocugu, insani oldurmeyi hayal edebiliyor mu? Yapabilir mi gercekten? Bugun de gorduk ki cok kolay yapiliyor ve soz o noktada bitiyor, susup kaliyorum agzina sicayim.

Perşembe, Ocak 18

t.c. kimlik no'su

Gelelim bir diger onemli konuya. T.C. kimlik no'lu nufus cuzdani cikarma islemine ilkonce muhtardan baslamak gerekiyor. Sonra nufus mudurlugune gidip sira numarasi sirasina girmek, sira numarasi sirasina aradan kaynak yapanlara karsi kararli olmak, sira numarasini alinca onunde 200 kisi oldugunu farkedip gidip 2 saat dolasmak gerek. Geldiginde sistemin coktugunu ogrenip ertesi gun ayni islemleri bastan tekrarlayip eger sistem yeniden cokmezse gicir gicir nufus cuzdaniniza kavusabilirsiniz. Herseyini internetten halletmeye alismis ya da sirada 1.5 saat bekleme olgusuna yabancilasmis arkadaslara yeni nufus cuzdani cikarmalarini hararetle tavsiye ederim.

Neyse burokratik islemler burada bitmedigi icin bir de gidip karakola kayit yaptirmam gerekiyordu kaydimi Istanbul'dan Izmir'e getirmek icin. Karakollarimizin atmosferini ozledigim iyi oldu, beni azarlamak icin elinden geleni ardina koymayan bir polis ablamizla aramizda soyle bir diyalog gecti:

-Bu belgeler hic dogru gorunmuyor.
-Neden? Nedir dogru gorunmeyen.
-Bilmiyorum. Hic inandiri degil.
-???
-Bu ne belgesi, bu ne?
-Tapu.
-Peki al, imza atiyorum ama hic inandirici degil.
-Olur aldim.

Durumu daha sonra muhtarla paylasinca bu sefer de onun karakol komiserini arayip kadin polisi sikayet etme girisimine sahit oldum. Bu karakol sorunsalina bir tanidigin getirdigi cozum ise bayagi pratikti, dinleyelim: "Benim kayit islemi icin Abdi'yi gonderdim ilkonce. Kendisi gelsin diye geri yollamislar. Bu sefer Abdi'yi bir kutu baklavayla gonderdik. Imzaladilar belgeyi. Boyle ufak seyler icin karakola gidip sinirlenmeye, uzulmeye gerek yok."

Belki de Turkiye'de saglikli ve huzurlu yasayabilmek boyle fistikli baklava kutusunun icinden geciyor. Bosver demedikce her gun sokakta ve trafikte ortalama 12 kisiyle kavga etmek icten bile degil ki degmez. Yoksa karsimda adam gibi konusan bir polis olsa niye baklavaya para vereyim, giderim pasa pasa karakoluma. Kardesim Beyoglu'nda karakolun oldugu sokakta oturuyor. Oturmaz olsaydi. Sokak, Beyoglu'nda baska hicbir sokakta olmadigi kadar it kopuk dolu -sanki orada polis, karakol yok-, polisler taramalilarini insanlarin gozune soka soka etrafa kotu kotu bakiyor. Karakol olmasa kendimi daha guvende hisserdim o sokakta. Yakinda beni halki polisten sogutmakla suclayacaklar ama zaten cok soguk olan bir seyi sogutmak da o kadar kolay bir sey degil. Tamam calistiklari kosullar belli ama mazaret mi bu insanliktan cikmak icin?

Salı, Ocak 16

izmir

Gelelim keyifli konulara. Dun yuruyordum Izmir'de. Yandan sokak saticisinin sesini duydum:

-Kebubeahha!

Bu ne ya, hangi dilde diye merakla donup baktim. Kestaneciymis ve aslinda soyle diyormus: Kestane kebüb!

Ozledigim aktivitelerden bir kacini yaptim Izmir'de. Ayakkabi boyatmak ve berbere gitmek gibi. Sonra ver elini Kordon. Kordon bana Angelopoulos'un filmlerini hatirlatiyor. Orada gordugum kadariyla Selanik Izmir'e bayagi benziyor (zamaninda yunan bir kiz bana cok kizmisti, 'biz Tesoliniki'ye Selanik diyoruz' dedigimde). Oturup deniz kenarinda elma cayimi ictim. Burada sokaktaki sesler cok hosuma gidiyor. Amerika'nin kucuk bir sehrinin merkezinde bir kahvede oturup da sessizlikten bunalip hasret kaldigim sesler: Insan, marti sesi (martinin teki cok yakinima zicti. etrafta piyangocu gormedigim icin vaziyetin cok tehlikeli olmadigina kanaat edip rahatladim ve oturmaya devam ettim), cay kasigi sesi, badem ezmeci, muzik derken adamin teki arabasinin alarmini kapamayi bir turlu beceremedi ve ben de seslere bir sure ara vermeye karar verdim...

dijital araba cekme

Ulkemizde bir yenilige daha sahit oldum bugun. Dijital araba cekmeye yollarimizda ve kaldirimlarimizda bundan sonra siz de rastlayabilirsiniz. Olay soyle gerceklesiyor. Bir gorevli cekilecek arabaya halatlari gecirirken digeri de dijital fotograf makinasiyla arabanin suc mahallinde fotografini cekiyor. Bu sucunu inkar eden araba sahiplerini utandirmak ve ellerini cebe atmalarini kolaylastirmak icin dusunulmus olabilir. Ama ayni zamanda ceza odeme islemi sirasinda ufak bir ucret karsiliginda araba sahiplerine hatira fotografi da verilebiliyor olabilir kanimca ki durum boyleyse trafik ekiplerini bu girisimcilik ruhundan dolayi kutlamak gerekir. Bu sayede cuzdanindan fotograf cikarip gostermeye meyilli adamlarla kendimizi soyle muhabbetlerin icinde bulmamiz muhtemeldir:
-Bak bu en kucuk oglan, bu da ablasi seneye universiteye basliyor.
-Bu ne abi?
-Ha o bizim dogan slx gecen sene Kordon'da cekilirken.
-Sen de kaldirimin tam orta yerine parketmissin, helal olsun!
-Evet ama dogan'i satip Ford Tourneo almak istiyorum, yilin van'i secilmis Avrupa'da
...
Uzatmak mumkun.

istanbul 2

 

12-23 yas arasini gecirdigim sehirde yillar sonra dolasirken tekrar tanimaya calisiyorum onu. Pinhani, "istanbul'da neyim var. ne kaldi ki kalabaliktan" diyor. Adeta kiskaniyorum bu sehri. Universitede okurken sevdigim semtlerin her kosesini bilirdim. Bazi yerlerde dolasmadigim ara sokak kalmamisti. Kimsenin normalde gecmedigi yerlerden yurumeyi severdim. Beyoglu'nun, Cihangir'in simdi her kosesine kafeler acilmis, o zaman sadece firin, bakkal, vs olan arka sokaklari, Portakal yokusunda bacalarindan gokyuzune pufur pufur kara soba dumani yayilan derme catma evlerin aralari, Tahtakale'den Sultanahmet'e daha once hic cikmadigim bir yokus bulmaya calisirken onume cikan icinde kuyumcularin, gumusculerin, vs oldugu han avlulari... O zamanlar benim sehrimdi. Simdi ise eski bir sevgili gibi, hem cok yabanci, hem de ansizin cok tanidik.

 
Posted by Picasa

Salı, Ocak 9

istanbul

Icinde yasayan insanlara ragmen guzel mi hala Istanbul? 3 kisi bir araya gelince ayni seyler tartisiliyor. Saygisizlik, duyarsizlik, nezaketin zayiflik kabul edildigi, herkesin yuzsuzce uste cikmaya calistigi sehire kendini kabul ettiren bir "burasi dag basi" kulturu. Insan yurtdisindan gelince kendine kendine diyor ki, dikkatli olmak lazim, Amerika'da, orada burada soyle medeni, boyle guzel, buralar ne kadar ilkel deme simarikligina kapilmamali, kendi memleketine bu kadar yabancilasmamali.

Ama yabancilasmamak mumkun degil memleketin bu haline. Buna alismak, olanlara gozunu kapamak insan onuruna aykiri. Kabullenmektense yabancilasirim bu ulkeye... Bir yandan cep telefonuyla konusup bir yandan kirmizi isikta gecerken yasli teyzeye carpip bir ozur bile dilemeden hala yoluna devam etmeye calisanlara, koyunde akrabasi hastaneye kaldirilinca Fransa'dan apar topar ucakla gelen, saskin, ne yapacagini bilmeyen kadincagizi azarlayan havaalani calisanlarina, sokakta onlerinde olan zorbaliklara korktuklari icin ses cikarmadan yoluna devam edenlere yabancilasmazsam kendime yabancilasirim.

Ee o zaman nasil donecegiz biz bu memlekete? Donersek nasil mutlu olacagiz? Donmezsek mutlu olamayacagimiz 6 senedir yasadigimiz hasretle belgelenmis, onu sorgulamiyorum. Arada sirada dolastigim sokaklarda guzel bir muhabbetin icinde de bulmasam kendimi iyice umutsuzluga kapilacagim. Ben dogrudan gelemedim memlekete. Simdilik yapabildigim sey ancak yakinlasmak. Esyalarimi toplayip arabalarin tamponlarinda hala "support our troops" yazan Amerika'yi terkedip Almanya'ya tasiniyorum. Ama oradan nereye nasil gelecegim iste o zor mesele.