alamanya - 2
Biz simdilik Almanya'dan devam edelim. Almanlarla ilgili ilk saptamalar.
Biraz sinirli gibiler. Ingilisce'de uptightness denilen bir kasinti hali var. (Umit kendi tango macerasindan bahsederken iyiydim, Almanlar'da gorulen die Hemmung yoktu diyor) Dansetmeye engel o kasinti, kutuk gibi olma hali gunluk hayata yansiyor. Kural deyince akan sular duruyor. Ilk sabah otelde kahvalti ediyorum. Kahvaltilik malzemelerin yaninda ufak bir firin var, icinde sandvic ekmekleri isiniyor. Bekliyorum, bekliyorum bir hareket yok. Heralde sicak tutmak icin koymuslar deyip firinin kapagina dokunmam ile birlikte o zamana kadar gayet nazik olan resepsiyoncu kiz bir anda canavar kesiliyor. Sen nasil acmaya kalkarsin firinin kapagini, onu ancak ben acabilirim diyor. Biraz sonra ekmekleri cikarip burnundan hala sicak alevler ufler bir halde getirip bir tane veriyor: Bitte! Yav kardesim nedir derdin diyorum. Daha ilk gun oldugu icin fazla tepki vermiyorum. Ikinci gun sirketin resepsiyonunda bir adrese bakmak icin harita istiyoruz. Gorevli kadin kocaman bir Almanya haritasi getiriyor. Sonra da ekliyor: Bu burada bakilacak, bir yere goturmeyin! Ulan iyi ki kici kirik bir haritaniz var. Adamlarda oyle bir ilkokul ogretmeni havasi var ki sormayin.
Bruksel'den Hanover'e geri dondukten sonra kar yagiyor. Yilin ilk karina selam edip kaldirimda buzun uzerinde bisiklete binenlere, karda kista bebeklerini bebek arabalarina atip dolasan annelere afferin diyorum. Insan boyle bir iklimde yasayinca adapte olmasi, rahatlik alaninin sinirlarini biraz daha genisletmesi gerekiyor. Ama ayni karli soguk sartlarda memleketimde insanlar evde televizyon karsisinda olurlardi gibime geliyor.
Sokagimin basinda bir pastane/firin var. Sabahlari orada krosanla kahve goturuyorum. Almanya'da kahve deyince aklima seneler once buraya staja geldigimde, inanilmaz yorucu ilk gunun ardindan fabrikadaki bir amcamin gecici olarak kaldigim evinde sabah ictigim kahvenin tadi geliyor. Hala unutamadim o kahvenin tadini. Bir seyin tadi tabi cok goreceli ve insanin durumuna, ruh ve yorgunluk haline gore cok degisken bir sey. Her sabah kahve icmek yoruyor biraz. Turk marketinden kasar, marmarabirlik hiper zeytin, pide, fistikli tahin helvasi aliyorum. Bir de sallama cay.
Cuma aksami sokagin basina pazar kuruluyor. Karavanlarla manav, sosisci, peynirci, vs geliyor. Suratsiz kadin manavdan mandalina ve armut aliyorum. Aralara curukleri doldurdugunu ve kendisinden ilk ve son alisverisimi yaptigimi farkediyorum. Yunan amcamdan otlu beyaz peynir ve yesil zeytin aliyorum. Simit sattigini gorup 'bunun adi ne?' diye soruyorum belki simitikos falan der umuduyla. Susam halkasi diyor. Zaten kalamara da kizarmis murekkep baligi halkasi diyorlar, ne beklersin...
Umit'ten bir anekdotla bitirelim. Almanya'da fabrikalarda makinalarin calismasini, prosesi daha verimli hale getirecek iyi fikirlere bayagi para veriyorlar. Iscileri, muhendisleri bu konuda ozendiriyorlar. Umit'in amcaoglu da fabrika'da calisiyor burada. Bir gun ise gelmeyen Alman isci arkadasinin kimligiyle Umit'i gizlice fabrikaya sokup getirip kendi makinasinin basina oturtuyor. Umit sen izle bu makinayi, guzel bir fikir bul, fabrikanin verdigi parayi da kirisalim diyor. Umit de benim gibi makina muhendisi, burada doktora yapiyor. Aklina bir sey gelmiyor tabii. Amcaoglu'nun gunun sonundaki yorumu: "Sen bosuna okumussun, Umit!"
1 yorum:
Su son paragrafi donup donup tekrar okuyorum ve her seferinde kopuyorum :D Film gibi canlaniyo kafamda :D Muthis...Belcika'yi da bekliyoruz. Kolay gelsin calismalar.
Yorum Gönder